02 Mayıs 2024 - Perşembe

Şu anda buradasınız: / ABDURRAHMAN ARSLAN:“MODERNİTENİN BİZE ÖNERDİKLERİYLE İSLAMİ BİR HAYATIN-DÜŞÜNCENİN BİRBİRİYLE BAĞDAŞMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR.”
ABDURRAHMAN ARSLAN:“MODERNİTENİN BİZE ÖNERDİKLERİYLE İSLAMİ BİR HAYATIN-DÜŞÜNCENİN BİRBİRİYLE BAĞDAŞMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR.”

ABDURRAHMAN ARSLAN:“MODERNİTENİN BİZE ÖNERDİKLERİYLE İSLAMİ BİR HAYATIN-DÜŞÜNCENİN BİRBİRİYLE BAĞDAŞMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR.” İlhami Pınar

Modernlik sadece bizim düşündüğümüz anlamda teknik, teknolojik, icat etmek ya da Kapitalizm gibi, yeni iktisadi alanlar icat etmek meselesi değil. Bu aynı zamanda bir ümmetin kendi içinde ki çözünüşü klasik anlamda ki, inanç sisteminden kopuşu ya da ona dönüştürülmesi meselesi olduğunu vurgulayan, “Modern Dünyada Müslümanlar” isimli kitabın yazarı Sosyolog Abdurrahman Arslan ile modernite üzerine konuştuk…

                                                                                               

 

Hocam öncelikle modernitenin çıkışı ve amacı nedir?

 

Modernite, dünyada sadece Batıya ait bir kavramdır. Moderniteye uygulama, gelişim, değişim, ne derseniz deyin bu en başta bir değişim projesi olarak ortaya çıkıyor. 

Modernitenin bir gayesi var mı?

 

Gayesi hem var, hem yok.  Şu manada var: mevcut sistemden, yaşama biçiminden, düşünce biçiminden, memnun olmayan insanlar, büyük nispette de Kilisenin idaresinden memnun olmayan insanlar bir bakıma Kilisenin idaresinin ya da siyasal sosyal düzenin dışında, haricinde yeni bir düzen kurmak, yeni bir düşünce oluşturmak biraz da onun baskıcı sisteminden kurtulup biraz daha özgür bir ortamın oluşturulması için girişilmiş bir çaba olarak karşımıza çıkmaktadır.  Fakat bu öyle çok ta masum bir çaba değildir. Çünkü bu sadece öyle insanları tahakküm altında tutan siyasi, sosyal sistem karşısında sadece bir özgürlük arayışı değil. Bunun çok derinlerde olan tarafı var, o da şu; bu mesele bir Hrıstiyan ümmetinin deyim yerindeyse akidevi dünyasıyla da ilgili bir şey. Çünkü modern dünya nihayetinde Kilisenin kurmuş olduğu, inşa etmiş olduğu bir inanç sistemi. Kozmolojik sisteminde bir bakıma altüst olmasıyla beraber doğup gelişen bir sistemdir. Onun için modern dönem her ne kadar, bir değişimi ifade etse de aynı zamanda bir ümmetin akidevi sisteminin çözülüşünü ve iman buhranını da gösterir. Dolayısıyla, modernlik sadece bizim düşündüğümüz anlamda teknik, teknolojik icat etmek ya da Kapitalizm gibi yeni iktisadi alanlar icat etmek meselesi değildir. Aynı zamanda da bir ümmetin kendi içinde ki çözünüşü klasik anlam da ki, inanç sisteminden kopuşu ya da ona dönüştürülmesi meselesi… Bir bakıma Kilisenin doktrinin onun gördüğü din anlayışına karşı çıkmak olarak da çıkıyor.

Hocam modernitenin İslam Ülkelerine gelişi nasıl oldu?

 

Aslından bakarsanız, Batılı insan bunu isterken kendisi de nasıl sonuçlar çıkacağı hususunda çok bilgi sahibi değildi. Onu bir kere kabul etmemiz lazım. Fakat süreç kendi tarihi içerisinde ilerlerken hiç hesapta olmayan, yeni neticeler ortaya çıktı. Tabii ki, onlar da yeni bir takım başka süreçleri doğurdu. Ve böyle zincirleme bir hadise devam etti. Elbette ki, başlangıçta Batı toplumları işin nereye varacağı hususunda çok bilgi sahibi değillerdi. Ama Batı’da iş ilerledikçe ciddi şekilde de, yine modern dünyanın içerisinde, modernliğe karşı çıkan unsurlar doğmaya başladı. Mesela; muhafazakârlık kavramı böyle ortaya çıktı. Modernliğin getirdiği o muazzam altüst oluşa değişime karşı bir itiraz değişimi bu kadar hızlı olmaması gerektiğini, bazı şeylerin değerli olduğunu onları muhafaza etmek gerektiğini savunan ve sonradan da adı “muhafazakârlık” olan düşünce sistemi de ortaya çıktı ve gelişti. Dolaysıyla da modernlik bütün bir toplumun onayladığı bir şey olmaktan çok aynı zamanda da ona itirazı da içinde taşıyan bir süreç olarak geldi. Sonra ki dönemde endüstri devrimiyle birlikte Kapitalizmin ortaya çıkması ve Liberal Kapitalizmin getirmiş olduğu o yıkım karşısında, o yıkımı tedavi etmek için sizin de bildiğiniz gibi Marksizm ortaya çıkıyor. Yani başlangıçta belki muhafazakârlık dediğimiz düşünce modernliğin sosyal değişimine itiraz ediyor. Modernliğin getirdiği iktisadi alt üst oluşlara ya da iktisadi adaletsizliklere karşıda Marksizm dediğimiz ideoloji ortaya çıkıyor ve o buna itiraz ediyor. Şimdi aslında Batılıların dışında ki dünya, yani hem İslam dünyası hem de İslam’ın dışındaki dünyanın modernlikle karşılaşması başlangıçta onun felsefi dünyasıyla karşılaşmadı. Biz o düşüncenin var ettiği teknik teknolojiyle karşılaştık. Bu da daha çok kendisini olgular olarak gösterdi. Yani yeni bir olgu kavramı, yeni silahlar, yeni teknolojiler, yeni bir sömürü, insanoğlunun Batı dışında ki hiçbir toplumun sahip olmadığı yeni güç kaynakları oluşmaya başladı. Tabii silah anlamında ki güç kaynakları böyle olunca da ister istemez diğer toplumlar karşısında Batı güçlü bir duruma geçti. Böyle olunca da tabii ki, sömürü dediğimiz, sömürgecilik dediğimiz bir süreç başladı. Bu güce sahip olanlar gittikleri bütün toprakları kendilerine bağlamaya başladılar. Çünkü diğer toplumlar bu çeşit bir güce güç sahibi değillerdi. Bu anlamda bir oluşum sahibi değillerdi. Bu anlamda silah sahibi değillerdi. Bu anlamda tankları yoktu, tüfekleri yoktu, vs. böyle olunca da tabii ki ilk defa modernleşme bütün bu araçlara sahip olma arzusuyla birlikte ortaya çıktı. Dediler ki, onların sahip olduğu bu askeri güce biz de sahip olursak en azından kendimiz gibi kalabiliriz. Ve onlara karşıda direnebiliriz. Aynı zamanda kendimizi de koruyabiliriz. Müslümanlarda, Hindularda Taocular da,   Müslüman olmayan diğer dinlerin ahalisi de böyle düşündü. Yani aslında modernleşme başlangıçta toplumların kendileri olarak kalmak arzusunu ifade ediyordu.

Yani masumane bir görüntüsü mü vardı?

 

Çok masumane normal bir şeydi zaten. Bu işin başka da alternatifi yoktu. Fakat bu öyle kader gibi bir şey ki, siz o teknik teknolojiye sahip olmaya başladığınız andan itibaren kendiniz olarak kalamıyorsunuz. Böylede bir tarafı da var. Çünkü teknik, teknolojik, kendi haliyle sadece gelmiyor. O arkasında onu besleyen felsefi düşünceyle, kültürle birlikte geliyor.  Gelince ister istemez tabii ki, sizin ön görmediğiniz bir değişim süreci başlıyor. Yani bunun temelleri sizin akidevi dünyanıza kadar belki uzanan, bütün bir toplumun hayatını insanın hayatını kuşatan yani farklı bir değişimle birlikte ortaya çıkıyor.

Modernitenin İslam toplumları üzerinde ki etkileri nelerdir?

 

Şimdi diğer bütün toplumlar gibi Müslüman toplumlar da Batının bu yeni askeri gücüyle karşılaştıklarında ilk defa askeri tedbirler almaya başladılar. Osmanlı’da işte bunun tipik örneğini gördüğümüz ordular kuruldu.  Yeni okullar açıldı. Önemli olan bu teknik teknolojiye bir bakıma sahip olmaktı. Onun için de gerekli olan bilginin üretilmesi gerekiyordu.  Yani biz de belki de Nizami Cedidle birlikte başlayan özellikle de 2. Adülhamid döneminde yapılan o büyük reformlar diyelim… Türkiye’de bence modernliğin sağlam temeller üzerinde kurulmasını sağlayan en önemli figür Abdulhamid’in yapmış olduğu değişikliklerdir. Buna örnek olarak kurmuş olduğu okulları vs. sayabiliriz… Dolayısıyla siz bütün bu teknik teknolojiyi alırken aynı zamanda ister istemez, Batının düşüncesi kültürüyle de iç içe geçiyorsunuz. Tabii ki, her zaman üstün olanın taklit edildiği gibi onun hayat tarzı da cazip hale gelmeye başladı. Bu Müslüman toplumlarda değil Müslüman olmayan toplumlarda da kendisini gösterdi. Bunu söylemek lazım; bu sadece Müslüman toplumla ilgili değil.  Başlangıçta bunlar çok küçük bir azınlıktı. Fakat zaman içerisinde o eğitim ve o teknik teknolojik durum, araçlar toplumun hayatına girmeye başlayıp ve eğitimde yaygınlaştıkça o hayat tarzını benimseyen insanların sayısının da çoğaldığını görüyoruz.  Çünkü o gün için öyleydi, Allah hepsinden razı olsun. Eleştirmek için söylemiyorum. Fakat biz bugün görüyoruz ki, hiçbir bilgi masum değildir. Eğer siz başkasına ait bir bilgiyi ya da paradigmayı okullarınızda çocuklarınıza öğretiyorsanız o bilgi aynı zamanda da sizin hayat nizamınızı da değiştirir.  Kendine göre bir hayat nizamının oluşmasına katkı da bulunur.  Dolayısıyla da bilgi mahsum olmadığı için de, bu eğitimden geçenlerin büyük çoğunluğu da aşağı yukarı onlara benzemeye başladılar. Nitekim günümüzde de bu eğitimden geçen Müslümanlarda istedikleri kadar Müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen yaşadıkları hayat nizamı onlara ait hayat nizamıdır. Trajedi de buradadır sanırım.

Batının tüketim toplumunu nasıl yorumluyorsunuz?

 

Batının, modern dönemle birlikte ortaya çıkardığı yeni bir üretim biçimi diyebiliriz. Örneğin Kapitalizm dedikleri yani genel olarak teknoloji ağrılıklı ama üretimi klasik anlamda üretimden çok, farklı makinaya dayalı seri üretimci bir üretim mantığı doğup gelişmeye başladı. Tabii ki, bu başlangıçta sadece bir üretim meselesiydi. Fakat gelişen süreç içerisinde gördüğümüz şu oldu; özellikle de ikinci dünya savaşından itibaren ortaya çıkan durumda şunu gördük: “Kapitalizm aynı zamanda bir üretim biçimi değil fakat kendinin de belirlediği bir tüketim biçimi olarak insanlara sunmaya başladı.” Bilhassa reklamcılığın gelişmesiyle birlikte insanlar geçmişte normal ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken bu defa Kapitalizm ihtiyaç ta üreten bir sürece girdi. Özellikle bu iletişim teknolojisi ve daha sonra gelişen görüntüye dayanan bugünkü “TV, İnternet” ile birlikte daha çok görüntüyle insan zihnine hitap eden bu kültürün içersinde Kapitalizm bu defa sadece üretimin mantığını değiştirmedi, aynı zamanda da insan ihtiyaçlarını, karşılayanın da mantığını değiştirmeye başladı. Böyle olunca da ister istemez tabii ki, bir ihtiyaç ta üretmeye başladı. Yani sizin ihtiyacınız olmadığı halde o bir bakıma reklamlar aracılığı ile size bir ihtiyaç duygusu yaratıyor ve o ihtiyaç duygusuyla birlikte de süper marketlere gittiğinizde çok temel ihtiyacınız olmadığı halde nesneyi kaçınılmaz ihtiyaç olarak algılıyorsunuz, böylece onu satın almış oluyorsunuz.  İnsanın temel ihtiyaçları vardır.  Yani bu insan hayatını sürdürebilmesi için kaçınılmaz bir durumdur. İnsanın tarih boyunca temel ihtiyaçlarını belirleyen onun ahlaki tutumu olmuştur.  Tüketim toplumu ihtiyaçlarını ahlaki kurallardan bağımsızlaştıran bir toplum içindir. Bunu çok önemli buluyorum çünkü siz ihtiyaçları belirleyen ahlakın temel ihtiyaçlarını belirleyici olmaktan çıkardığınız tüketim toplumunun bir ferdi oluyorsunuz. Ya da bir tüketim toplumu özelliği kazanmaya başlıyorsunuz. Ahlak burada sizin tüketiminizde uyarıcı yâda efendim manipüle edici belirleyici, şekillendirici, ya da sınırlayıcı bir işlem görmemeye başlıyor. Bugün ben Müslümanların böyle bir hastalığa duçar olduğunu düşünüyorum. Onun için ahlak ile tüketim arasında ki ilişkinin önemini vurgulamaya çalışıyorum.  Mesela bugün Müslümanların tüketiminde diyelim ihtiyaçlarını gidermek değildir bu. Çünkü ihtiyaç ahlaktan bağımsızlaştığında artık o ihtiyaç gidermekten çıkar, tüketim kategorisine girer.

 

Bu durumda müslümanın ahlakı nasıl olmalı?

 

İslam ahlakının kökeninde adalet vardır. Eğer siz iyi-kötüyü bilmeseniz de Hz. Muhammed (s.a.s)’in bize öğrettiği ahlaka bağlı k davranırsanız aynı zamanda adil davranmış olursunuz. Çünkü İslam ahlakında adalet içkindir.  Adalette kendi başına kurallar bütünü değildir…  Biz kanaati, israfı kendi bünyesinde taşımayan bir adaletten bahsedemeyiz.  İslam adaletinin içinde bunlar da vardır. İslam ahlakının içi boşaltıldığında, bir ürünü satın alırken ameller de etkileyici bir rol oynamamaya başlıyor.  Siz belki İslam’ın o dediği büyük haramları yapmıyorsunuz bunda bir problem yok. Fakat o detayda İslam ahlakı bu anlamda içi boşaldığı için siz artık Kapitalizmin sizin zihninizi manipüle ettiği biçimde gidip marketlerde alış- veriş yapıyorsunuz. Daha doğrusu o önceden reklamlarla TV’de sizin zihninizi uyarıyor, kendine göre bir takım ihtiyaç giderme ya da tüketme konsepti oluşturuyor. Siz markete gittiğinizde onun karşılığını marketin reyonlarında buluyorsunuz. Ve dolaysıyla da oradan onları satın alıyorsunuz. Kendiniz karar verdiğinizi düşünüyorsunuz ama çok zaman kendiniz karar vermemişsinizdir.  Siz daha önceden zihinsel olarak manipüle edildiğinizden dolayı aslında burada da aldatıcı bir şey vardır. İnsan markete gidince çok zaman özgür tercihte bulunarak karar verdiğini ve satın aldığını düşünür. Ama aslında bu çok yanıltıcıdır. Önceden manipüle edildiği için tercihlerinde özgür değildir.

Tüketim sistemi bir rant meselesi mi?

 

Hayır, sizin tercihinizin bir parçasıdır. Yani siz hayat tarzınızı değiştirmeden bu tüketimden kurtulamazsınız. Onun için birilerinin karı ya da zararı meselesi olarak algılayamayız.  Bizim sürdürmekte olduğumuz hayat tarzının bir parçası olarak algılamamız lazım. Biz eğer o hayat tarzını yeniden düzenlersek başkasının rantına mani olabiliriz. Eğer sorun oysa…

Sorun sadece birisinin rantı mı?

 

Elbette ki, orda kapitalizmin bir rantı vardır.  O yüzden sizi manipüle ediyor.  Kendine göre ürettiklerinin tüketilmesini istiyor, orası doğru.  Fakat o sizin önünüze bunu al - bunu alma meselesi olarak gelmiyor. O sizin hayat biçiminizin içinde ki bir unsur olarak geliyor. Size o hayat biçiminizin ihtiyaçları onları satın almaya sevk ediyor.  Dolayısıyla da ben tüketim biçimiyle hayat tarzı arasında çok sıkı bir ilişki olduğunu düşünüyorum.  Bundan dolayı da Müslümanlar kendi hayat tarzlarını bence artık sürdüremiyorlar.  O Peygamber Sünnetinden gelen  “geleneksel hayat tarzlarını” modern dönemde Kapitalizm karşısında sürdüremediler. Ona teslim oldular. Ve onun dediği şekilde hayat tarzlarına onun dediği unsurları kattılar. Görünüşte İslami bir hayat yaşadıklarını zanediyor Müslümanlar.  Ama o hayatın içine, muhtevasına, içeriğine baktığımızda ise Kapitalizmin ön gördüğü bir hayat tarzıdır. Onun tüketim dünyasıdır. Onun için Müslümanlar maddi imkânları artıkça israfın dünyasında at oynatmaya başlamaktadırlar.

Peki, hocam modernite ile din uzlaşır mı?

 

Şimdi bu çok derin bir konu aslında. Modernitenin akide ile bir meselesi var. Bu Hıristiyanlık ile de ilgilidir. İslam’la da ilgili bir meseledir. Ama benim kanaatime göre orada ciddi bir takım sıkıntılar vardır.  Felsefi temeller açısından baktığımızda biraz modernitenin felsefi kabulleriyle mukayese edersek İslam’la uyuşmayan yönleri vardır tabii…

Müslüman kendisini modernitenin neresinde bulmalı?

 

Hayat da, toplum da, insan da birbirine çok benzer.  Her türlü hayat tarzı, her türlü toplum, her türlü insan, dinin ne olursa olsun, hangi coğrafyada olursa olsun, birbirine benzer. Çünkü biz insanız ortak taraflarımız var. Yani işte nedir dünyanın her yerinde farklı toplumlarda farklı dinlerde ki insanların aileleri vardır bizim gibi…

Peki, Müslüman toplumu diğerlerinden ya da diğerlerini Müslüman bir toplumun aile anlayışından farklı kılan nedir?

 

Orda ki ilişkilerdir. Anne baba arasında ki ilişkilerdir, çocuk ebeveyn arasında ki ilişkilerdir, görevlerdir vs. Demek ki bir yere kadar benzer bir tarafımız var. Aynı zamanda bir yere kadar da ayrılan bir tarafımız var. İnsanların ihtiyaçlarını giderme anlamında elbette ki Kapitalizm gibi Müslümanlarda bazı şeyleri ihtiyaç olarak gidereceklerdir. Fakat bir yerden sonra ihtiyaç dediğiniz şeyin İslam da ihtiyaç olarak anlaşılmadığını görüyoruz. Mesela İslam ona israf diyor,  bir diğeri ise bunu ihtiyaç olarak gösteriyor.  Farklılık burada başlıyor. Dolayısıyla da modern hayatın bir kısmı, ya da modern düşünceyi, insanı konu alan, siyaseti konu alan, sosyal dünyamızı konu alan, birçok konusu elbette ki, bizimle ortaktır, benzerdir.  Fakat bizim sorunumuz ondan sonra başlıyor. O benzemeyen yönleriyle ilgilidir.  O benzemeyen yönleriyle baktığımızda ise modernitenin bize önerdikleriyle İslami bir hayatın, düşüncenin biri biriyle bağdaşması mümkün değildir.

Doğunun Batıya karşı bir eziklik psikolojisi var mı?

 

Bir kere bunları söyleyenlerin Batıya karşı komplekslerini terk etmeleri lazım. İslam dünyasının önemli ulemalarının verdiği bazı fetvalara bakın orda çok bariz bir şekilde kompleksin var olduğunu görürsünüz.  

Aydınlarımızda var mı?

 

Aydınlarda daha çok var. Aydınlar ne yapıyor ki? Batıyı taklit etmekle meşguller… Batıdan geleni İslamileştirmeye çalışıyorlar. Aydın dediğiniz, Batıdan gelene yeşil boya çalmaya çalışıyor. Allah’tan, dinden, İslam’dan bahsetmek bütün bunlardan kurtulmak anlamına gelmiyor ki, zaten bütün bunlardan bahsederken o Batılı olanı yeşile boyayıp insanlara sunuyorlar. Bu modernleşme sürecinin belki de en nazik tarafı odur.

Öze dönüş nasıl olmalı?

 

İslamcılığın dediği gibi öze dönüş asr-ı saadete dönmek değildir. Bence o dönem artık kapandı.  Yani asr-ı saadeti red etmek anlamında söylemiyorum. Öze dönüş bilgi meselesinde bir dönüş olabilir.  Tabii ki, bu kaçınılmaz bir şeydir bunu yapmak durumundadır Müslümanlar! Öz dediğimiz, İslam’ın ilim geleneği içinde bilgi üretmek. Bu da öyle kolay bir iş değil. Bir kere o ilim geleneğinin olması gerekir. O ilim geleneğinin içinde biraz yetişmemiz gerekir. Sonra karşı çıktığınızı biraz bilmeniz gerekir. Bunlar  İnsan yetiştirmekle olur. Yani İmam Hatip Okullarında İlahiyat Fakültelerinde yetiştirdiğiniz adamların bunu yapacağını bekliyorsanız yanılıyorsunuz.  Hayır, o asla olmayacaktır. Öyle bir rüya görmesin Müslümanlar. O okullarda yetişenler bu meselenin önemini ve tehlikesini bile bilmiyorlar. Onlar İslam hakkında bilgi veriyorlar. İslami bir bilgi vermiyorlar. Burada çok önemli bir ayrıntının altını çizmek istiyorum: Siz orada İslam hakkında bilgi verebilirsiniz.  Batının okullarında da bunları verebilirsiniz. Ama İslami bilgi vermek bambaşka bir şey! Onu vermek için bir ilim geleneğinden gelmek lazım.  Eğer oralarda öyle bir şey varsa ben bu söylediklerimin hepsini geri alırım.

Yani, hocam İlahiyatlardan ümmetin derdine ilaç olacak adam çıkmayacaktır. Peki bunun alternatifi nedir?

 

Bunun alternatifi İslam’ın kendi ilim geleneği olan medreselerdir. Ve onun kendi usul içerisinde öğretilecek bilgisidir. Eğer siz bu ilim geleneğini ihya etmek istiyorsanız yine işe Kur’an, Sünnet, Fıkıhtan, başlayacaksınız.  Şunu unutmayalım ki, Batının metodolojisiyle İslami bilgi üretilmez.  İlahiyat fakültelerinde yapılan aşağı yukarı bu. İlahiyat Fakültelerinin de modernitenin bir ürünü olduğunu unutmayalım. Teoloji fakültesinin Türkçede ki karşılığı nedir İlahiyat Fakültesidir.

Hocam moderniteden Müslümanlar nasıl kurtulabilir?

 

Bundan kurtulmanın bir ilacı yok. Ben bunu bir imtihan olarak görüyorum. Bu imtihanda önemli olan biz bir Müslüman olarak nasıl kalabiliriz? Amellerimizi müslümanca nasıl yapabiliriz? Dünyaya müslümanca nasıl bakabiliriz?  Önemli olan böyle bir imtihanda Müslüman olarak görevlerimizi yerine getirebilmektir.

Abdurrahman Arslan kimdir?

 

1947 yılında Van'da doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini aynı şehirde tamam-ladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nden mezun oldu. Yazıları Bilgi Hikmet, Gelecek, Umran, İlim ve Sanat, Köprü ve Birikim dergilerinde yayınlandı. Halen Serbest çalışmaktadır.

 

 

 

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul